Sancar: Bu kısır döngüyü, kanlı girdabı durdurmak zorundayız

Özgürlük İçin Hukukçular Derneği (ÖHD), Toplum Hukuk Araştırmaları Vakfı (TOHAV) ve İnsan Hakları Derneği (İHD) bir otelde “Tecrit siyasetine karşı barış hakkı” konulu konferans düzenledi. Konferansa Halkların Demokratik Kongresi (HDK) Eşsözcüsü Cengiz Çiçek, Halkların Demokratik Partisi (HDP) Eş Genel Başkanı Mithat Sancar, milletvekilleri, ÖHD Eş Genel Başkanı İlknur Alacan, İHD Eş Genel Başkanı Eren Keskin, Öztürk Türkdoğan, 78’ler Girişimi Sözcüsü Celalettin Can, PKK Lideri Abdullah Öcalan’ın savunmasını üsteleyen Asrın Hukuk Bürosu avukatları yanı sıra Demokrasi İçin Birlik (DİB) Platformu üyeleri, Türkiye İnsan Hakları Vakfı (TİHV) üyeleri, birçok hukukçu, gazeteci, sivil toplum örgütü temsilcisi ile çok sayıda aydın, yazar ve siyasetçi katıldı.

‘KÜRT SORUNUNUN 100 YILLIK BİR TARİHİ VAR’

Mezopotamya Ajansı’nın haberine göre açılış konuşmasını yapan Sancar, Kürt sorunun en az 100 yıllık bir tarihi olduğuna işaret etti. Kürt sorununda çatışmanın ise en az 40 yıllık bir geçmişi olduğunu dile getiren Sancar, “İç içe geçmiş bu iki boyuta hep aynı anda bir arada yaklaşmadan Kürt sorununa çözüm yolları bulmanın mümkün olmadığını söylememiz gerekiyor. Bu sorun sadece bizde yaşanmıyor, ilk defa da burada ortaya çıkmıyor. Dünyanın çeşitli bölgelerinde, benzer sorunlar çeşitli dönemlerde yaşandı ve yaşanmaya devam ediyor” dedi.

Sorunun yaklaşmanın çok farklı boyutlarda sonuçlar da doğuracağına dikkat çeken Sancar, “Türkiye’de bu yaklaşımın tarihine baktığımızda Kürtlerin varlığının inkarı ile başlayan uzun süre devam eden bir politik anlayış göze çarpar. İnkarın açıkça artık sürdürülemez hale geldiği dönemde ise Kürt sorunun inkarı politikaları devreye sokulmuştur, sorunun inkarının da imkansızlaşması ile artık çözümün reddi anlayışı hakim kılınmıştır. Dünyaya baktığınızda aslında bu tür çatışma içeren etnik kimlik sorunlarının barışçıl yollarla müzakere ve diyalog ile çözümü konusundaki başarı sicili hiç de düşük veya umutsuzluk verecek düzeylerde değildir. Tam tersine Soğuk Savaş döneminde bile bu tür çatışmaların müzakereyle barış süreçleri içinde çözülmesinde oran yüzde 60’ın üzerindedir. Yani bu tür çatışmalı sorunların müzakere, diyalog ve siyaset yoluyla çözümü girişimlerinin yüzde 60’tan fazla sonuç verdiği örnekler dünyada yaşanmıştır. Son 25 yılda bu oran daha da artmıştır” diye konuştu.

‘TÜRKİYE YÖNTEMİNİN SONUÇLARI SRİ LANKA’

Sorununun çözümü konusunda diyalog, müzakere ve siyasetin esas alınması ile sonuç alınabileceğini vurgu yapan Sancar, tersi yönde yöntemi deneyen ülkelerin olduğunu, bunların bu yöntem nedeniyle çeşitli sorunlar yaşadığını dile getirdi. Sancar, şöyle konuştu:

“Diyalog ve müzakere yöntemi dışında kalan esas yaklaşım güvenlikçi anlayış ve askeri politikalardır. Bastırma, imha, tasfiye gibi boyutları olan bu siyasetin toplumlarda ne gibi sonuçlar doğurduğu, bir başarı elde edip edemediği de ayrıca tartışılması gereken önemli bir konudur. Çatışma sorununu veya çözümünü güvenlikçi askeri yöntemlerle ele alan yaklaşımların başarı oranı düşük olmuştur. Sonuçları da o toplumlar için ağır tahribatlar şeklinde ortaya çıkmıştır. Tipik örneği Sri Lanka’dır. Biliyorsunuz Sri Lanka güvenlikçi anlayışın en başarılı örneği olarak sunulmaktadır. İmha politikalarını ve uygulamalarını acımasızca ve yaygın bir şekilde hayata geçirmenin sonuç alabileceğine dair bir örnek olarak gösterilmektedir. 2009 yılında çok büyük bir askeri operasyonla on binlerce insanın katledildiği 60 bine yakın insanın akıbetinin belirsiz kaldığı bir dönem yaşandı.

Sistem otoriterleşmiş, toplum tekçi anlayışla biçimlendirilmek üzere müdahaleye maruz kalmış, ekonomi bir talan rant döngüsüne mahkum edilmiştir. Sonuç itibariyle bugün sadece Tamillere değil çoğunluğun dışında kalan diğer gruplara Müslüman ve Hristiyanlara da aynı asimilasyoncu ve tasfiyeci politikalar uygulanmaktadır. Buna literatürde çatışma tuzağı diyoruz. Yani çatışmanın askeri yöntemle sorunun güvenlikçi anlayışla çözülebileceğine yönelik inancın yarattığı tuzak burada kast edilmektedir.

‘İMHA AMAÇLANIYOR’

Bu tuzak sorunların çok farklı boyutlarda çok daha derinleşmesi anlamına gelmektedir. Sri Lanka bugün hem toplumsal dokuda büyük yıkımların yaşandığı bir ülke hem de ekonomik olarak iflas etmiş bir devlet durumuna gelmiştir. Bunların tamamı Tamil sorununa yaklaşımla doğrudan bağlantılıdır. Türkiye’de de çok uzun süre aynı anlayış hep masalarında olmuştur iktidarların. Sanki imha politikaları sonuç alabilirmiş ve Kürt sorunu bu şekilde yok edilirmiş gibi. Bu politikaların temelinde çözüm değil sorunu yok sayma ve görünür tartışılır olmaktan çıkarma hedefi yatmaktadır. Uzun zaman Kürtlerin halk olarak toplum olarak inkarı; ardından sorunun inkarı sonra çözümün reddi anlayışı hep gündemde belirleyici yer tutmuştur. Belki de devlet politikalarının en iyi tarif edileceği formül aslında bu şekilde sorunu yok etmek değil sorunu ve itirazları, talepleri ve direnişleri imha ile susturalım, sonra bakarız anlayışıdır.

Evet, 2009-2011 kamunun gözleri önünde cereyan etmedi, ancak orada kilit rolün İmralı’da Abdullah Öcalan’a düştüğü de herkes tarafından biliniyor ama daha açığı da 2013-2015 yılları arasındaki süreçte yaşandı. İmralı’da görüşmelerin devam ettiği her iki döneme baktığımızda ortaya çıkan tablo esas olarak şudur. Kürt sorununa demokratik çözüm umudu yükselmiş, çatışmalar durmuş ya da durma noktasına gelmiş toplumsal ve siyasal atmosferde çoğulcu diyalog ve demokratik tartışma alabildiğine genişlemiştir. Yasal atmosferde çoğulcu diyalog ve demokratik tartışma alabildiğine genişlemiştir. Yani ölümlerin neredeyse yaşanmadığı, sorunun o güne kadar yasak alanı içinde tutulan boyutlarının tartışıldığı bir dönem yaşandı.

‘GÖRÜŞMENİN SONU SAVAŞIN BAŞLANGICI’

Şimdi bu çözüm arayışları ve talebi İmralı’da ağırlaştırılmış tecrit devreye sokulmaktadır. Yani çözümsüzlük ve tecrit, çözüm ile görüşme trafiği ve müzakere yöntemi doğru orantılı bir şekilde işleyen bir denkleme oturmaktadır. Çözümsüzlük politikaları derinleştikçe tecrit ağırlaşmakta, çözüm arayışları herhangi bir şekilde başladığında İmralı’da müzakereler de yürütülebilmektedir. En son 2013-2015 çözüm sürecinin ne zaman sona erdiği sorusuna verilecek en doğru cevap 5 Nisan 2015’tir. 5 Nisan 2015 HDP heyetinin İmralı’da Öcalan ile son görüşmeyi yaptığı tarihtir. Görüşmeler bittikten sonra ağır savaş ortamı yeniden canlanmış, devletin klasik imha ve askeri bastırma politikaları yoğunlaşmış ve üst düzeye çıkmıştır.

‘ARAYIŞLAR SÜRMELİ’

Bizlerin en ağır zamanlarda bile demokratik barışçıl çözüm arayışlarından vazgeçmesi için bir neden yoktur. Bugün barışın ve demokratik çözümün konuşulmasının dahi zorlaştığı bir ortamda esas olarak yapılması gereken daha yüksek sesle ve daha büyük bir enerji ile demokratik çözümü savunmaktır. Müzakere diyalog yöntemini sürekli öne çıkarmaktır. Ne yazık ki bu konuda 2015 sonrası Türkiye’de yaşadığımız tablo toplumsal hareket anlamında savaş karşıtı ve barış taraftarı kitlesel bir gücün ortaya çıkmadığı yönündedir. Bu bizim en çok üzerinden durmamız gereken konulardan biridir. Barış talebini müzakere yöntemini görünür bir şekilde toplumsallaştıran bir yöntemi ve çalışmayı neden etkili bir şekilde hayata geçirmediğimiz sorusuna hepimizin samimi cevap arama yükümlülüğü vardır. Bu cevabı ararken çalışmalara devam edeceğiz.

‘YOKSULLUK ARTIYOR’

Tekrar sorunun çatışma, savaş siyaseti ve güvenlikçi anlayışla ele alınmasının yarattığı diğer tahribatlara bakalım. Son 40 yılda karşılaştığımız yöntemler sürekli yeniden ve yeniymiş gibi önümüze konuluyor. Sınır ötesi operasyonlar, demokratik siyasetin tasfiyesi, toplumun sürekli baskı ve yasak cenderesinde tutulması bu sonuçların en önemlileridir. Savaş politikaları çözümsüzlük ve güvenlikçi anlayış bir otoriterleşmeyi çok ciddi bir şekilde teşvik etmekte ve hızlandırmaktadır. Toplumsal dokuyu tahrip etmektedir. Yani kutuplaşma düşmanlaştırma ayrıştırma yöntemlerinin etkili olmasına zemin sunmaktadır. 3’üncüsü toplumun kaynaklarının silaha ve bir avuç sermayeye tahsis edilmesi peşkeş çekilmesi uygulamaları yaygınlaşmakta ve derinleşmektedir. Bu da beraberinde ekonomik çöküş ve daha çok yoksullaşma getirmektedir. Bütün bu sonuçları yaşıyoruz ama yöntemlerde bir tür dejavu hali yaşamaktayız.

Bu kısır döngüyü bu kanlı girdabı durdurmak zorundayız. Barışın dikkate alınmadığı barış sözcüğünün bile itibar görmediği bir atmosfer yaratılmış olabilir bizler buna rağmen bu psikolojik savaş propagandasına rağmen demokratik çözümde ısrar etmek barışı talep etmeyi sürdürmek zorundayız. Aksi taktirde demokratikleşmenin de yolu açılmaz. Büyük toplumsal barış dediğimiz ve çatışmalara yönelik araçsallaştırılan fay hatlarının onarılması, geçmiş yaraların sarılması söz konusu olmaz. Büyük barış bu 3 boyutu içermektedir. Kürt sorununda demokratik çözüm, toplumsal ayrıştırma politikalarına araç kılınan fay hatlarının demokratik bir şekilde tamiri ve eşit ortak yaşam temelinde yeniden inşası. Nihayet ekonomik refah adına da toplumsal adaletin hedeflenmesi.

‘TASFİYE AMAÇLANIYOR’

İktidar özellikle sınır ötesi operasyonlar yoluyla yeniden bu söylediğim alanlarda kendi varlığını sürdürecek bir zemin yaratmayı hedeflemektedir bunu açık görmek lazım. Hangi sonuçlar doğuracaktır. Bu yöntem hangi hesaplara dayanmaktadır, bu operasyon politikası açık. Bir defa Kürt siyasetinde tasfiye ve askeri anlayış dışında bir yöntem olmadığı algısı ve duygusunu yerleştirmeye çalışacaktır. Bunun üzerine toplumsal kutuplaşmayı derinleştirecek ve siyasal muhalefeti de ayrıştıracaktır. Hesap bu.

‘HESAPLARIN FARKINDA OLMAK GEREKİYOR’

O nedenle bu hesapların açıkça farkında olmak gerekiyor eğer bu 3 sütuna dayanan sistemi ve onun en amansız uygulayıcısı iktidarı değiştirmek istiyorsak bu sorumluluğu hep hatırlamamız ve hatırlatmamız ve gereğini yerine getirmek üzere çalışmamız gerekiyor. Bu 3 sütun kan talan ve yalandır. İktidar, bu 3 sütun üzerinden toplumu ve siyaseti dizayn etmeye çalışmaktadır bu şekilde 100 yıllık sistemi sürdürebilecek bir yenilenme arayışı içine girmektedir. Eğer bu sistemi değiştirmek istiyorsak şimdi sınır ötesi operasyonlar adı altında yaygınlaştırmak istenen savaş politikalarına açık bir tutum sergilemek zorundayız.

‘İKTİDAR DAHA DA PERVASIZ OLACAK’

Çatışma tuzağının yaratabileceği en önemli sonuçlarından biri bu politikalara kayıtsız kalmak veya destek vermektir. Hem toplumsal demokratik güçlerin hem de bizim dışımızdaki muhalefet partilerinin bu tuzağı görmesi konusunda sürekli uyarılar yapıyoruz. Biz daha kan değil yaşam siyasetine sarılmalıyız biz talan ve sömürü düzenin devamına değil ülkenin kaynaklarının bu ülkede adil bir şekilde paylaştırılacağı bir düzen içinde mücadeleyi yürütüyoruz. Yalana karşı hakikati savunmaktan bir an bile vazgeçmeyeceğiz aksi takdirde iktidar kendi varlığını sürdürmek için bir kaç yıl kazanabileceği hesabında daha pervasız davranacaktır ve belki de bu hesabı başarıyla sonuna vardıracaktır.

‘ÇÖZÜM OLACAKTIR’

Karamsarlık yaymak umutsuzluk vermek gibi bir derdim olmadığını söylememe gerek yok. Mücadele varsa umut var kararlılık varsa çözüm de mutlaka olacaktır. Bizler bunun bilinciyle sorumluluğuyla davranan bir siyasi partiyiz bu döngüden çıkabilmek için şimdi saydığım konularda açık tutum yani savaşa karşı açık tutum, geniş bir savaş karşıtı toplumsal hareket ve barış için siyasal mutabakatı arayışını hızlandırmak zorundayız. Tecrit politikaları bunun içindedir. Kimse tecrit politikalarına karşı çıkışı başka yere koyup tecrit etmesin. Tecride karşı çıkışı tecrit etme anlayışını da ancak bu yaklaşımla kırabiliriz.

‘İNSANLIK İHLALİ’

Tecride karşı İmralı’da uygulanan ağır tecrit, ağır bir insan hakkı ihlalidir. Tecride karşı çıkış da aynı şekilde Kürt sorununa demokratik çözüm, Türkiye’de adalet ve barış için yürütülen mücadelenin önemli bir alanıdır. Bunları birbirinden koparmak tecrit tuzağına siyasal olarak düşmek demektir. O yüzden İmralı’da uygulanan bu ağır tecride karşı, hukuksal ve siyasal açılardan itirazları daha kapsamlı yaygın ve ortak hale getirmek gerekiyor.

‘TECRİD ÜSTÜNDEKİ TECRİDİ KIRMALIYIZ’

Bu meseleyi sadece bir kesimin bir derdi olarak gören anlayış Türkiye’de uygulanan bu kapsamlı çözümsüzlük ve yıkım politikalarına karşı da gerçek bir çözüm geliştiremez. Tecride karşı çıkışın üzerindeki tecridi de kırmak gerekiyor. Bizlerin bu dönem esas üzerinde durması gereken meselenin bu olduğunu hatırlatmamız bazı çevreler bakımından belki yargılanabilir. Ama unutmayalım esas meseleler, bütün tartıştığımız sorunlar tam şimdi konuştuğumuz Kürt sorununa, barışçıl çözüm, müzakere anlayışına bağlanmaktadır. İsveç ve Finlandiya’nın NATO’ya üyelik meselesi bile Türkiye’deki iktidar tarafından tam da bu meseleler üzerinden gündeme tutulmaktadır.

‘HEP BİRLİKTE KARŞI ÇIKALIM’

İç ve dış politikada, siyasette ve toplumsal alanda ekonomide ve ekoloji de bütün alanlarda çok ağır yıkıcı sonuçlar doğuran savaş politikalarına çözümsüzlük yaklaşımı, tecrit anlayışına hep birlikte karşı çıkacak gücü oluşturmalıyız. Önümüzdeki seçimlerin kaderi de buna bağlı. Burada ne kadar başarılı olacağıma bağlı. Bu geniş savaş karşıtı ittifakı oluşturabilirsek adalet demokrasi ve barış hedefinde bir araya gelmeyi başarabilirsek önümüzdeki seçimlerin de Türkiye’de yeni bir başlangıca imkan vermesini sağlayabiliriz. HDP olarak bizler bütün bu konuda üzerimize düşen sorumluluğu yerine getirmeye hazırız. Görevlerimizi sonuna kadar gerçekleştirecek çalışmalar içinde olmaya kararlıyız. Sonucu bedeli ne olursa olsun bu hedeflerden vazgeçme konusunda inançlıyız. Ben tekrar bu konferansın bu amaçlara hizmet edeceği inancıyla hepinizi saygıyla selamlıyorum.” (HABER MERKEZİ)

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir